Yolun Neresindeyiz?

Yaklaşık dört yıl önce yola çıkarken, sınıf mücadelesinin somut durumu ve ihtiyaçlarından hareketle, işçi sınıfının devrimci savaş örgütünün yaratılmasının komünistlerin önündeki en ivedi görev olduğunu saptamıştık. Böylece biz bu görevi bizden önce saptayanların ve bizden sonra da saptayacak olanların kervanına katılmış olduk.

Yola çıkarken omuzlarımızdaki yükün çok ağır bir yük olduğunu biliyorduk. Dünya komünist hareketi 1980’li ve 1990’lı yıllarda üst üste gelen yenilgilerle, kelimenin gerçek anlamıyla tam bir örgütsel dağılma ve ideolojik savrulma içindeydi. Devrimci bir savaş örgütü olmadıklarını yaşayarak öğrendiğimiz örgütlerimiz dağılmıştı. İşçi sınıfı ağır baskılar altında önce siyasal mücadeleden uzaklaştı, ardından da kendi öz örgütlerini, sendikaları kaybetti. Dağılma ve savrulma sürecindeki sosyalist hareketler, mücadeleden ve sınıftan koparak kendilerini dar grupsal yapılar içine hapsettiler.

Bunlar yetmezmiş gibi, tarihimizin en ağır ideolojik savrulmasını yaşadık. Yenilgiye yol açan hatalarımızı, eksiklik ve yetmezliklerimizi sorgulayacak yerde mücadele silahımızı sorgulamakla işe başladık.

Her yenilgi döneminin ardından yaşandığı gibi sosyalist hareketler kendi teorik yetmezliklerini bilimsel komünizm teorisinin yetmezliği olarak algılayıp, teorik yenilenme adına bir anaforun içine çekildiler.

İnsan hakları ve demokrasi söylemini sınıf çıkarları, sınıf karşıtlığı üzerinde gören bu ideolojik savrulmanın siyasal alana yansıması, farklı etnik, dinsel ve toplumsal kimliklerin sınıf mücadelesinin önüne çıkartılması ve devrimci hedeflerin geri çekilmesi oldu. Bu savrulma ve geri çekiliş örgütsel alandan, devrimci örgütten kaçış, ilke, kural tanımayan, gevşek, devrimci mücadeleyi kişisel yaşama uyarlayan bir örgüt anlayışıyla tamamlandı.

Sınıf içinde bölünmeyi büyüten diğer bir etken de etnik, dinsel vb. ayrışmayla sınıf olgusu ve refleksinin geri plana itilmesidir. Bunlar ve bunlara eklenecek bir dizi etkenle işçi sınıfı içinde burjuva ideolojisinin alanı genişledi, bu durum özellikle iktidar partisi tarafından başarıyla kullanılarak işçi sınıfı büyük ölçüde kendi sınıf gerçekliğinden uzaklaştırıldı. Bütün bunlara bir de sosyalist hareketin sınıftan ideolojik – sınıfsal bakış açısının terk edilmesi – ve mekansal kopuşu eklendiğinde, işçi sınıfı burjuva ideolojisinin etki alanında sosyalizmden uzaklaşmış, bir anlamda sosyalizme karşı duyarsızlaşmıştır.

Sorunun öznel yanı ise, genel konuşmayı bir yana bırakırsak, bu göreve talip olanlarla, yani doğrudan bizimle ilgilidir. Doğru sonuçlara varabilmek için önce yapılanları kendi yeteneği, yapılamayanları başkalarının yeteneksizliği, koşulların zorluğu, olanakların yetersizliği ile açıklayan – ne yazık ki bu tür bir yaklaşım devrimci kadro ve örgütlerde çok yaygındır – anlayışı bir kenara atmalıyız.

Sınıf mücadelesinin bugününe baktığımızda, bu mücadelenin henüz yükseliş dönemine girmediğini, dağılma ve savrulma döneminden yeni yeni çıkmaya başladığını, devrimci bir değişimin ön gününde olduğunu söyleyebiliriz. Tarihsel tecrübeden de biliyoruz ki hareketin zikzaklar içinde yol aldığı, bir türlü bir kıvam tutturamadığı, her şeyin birbirine karıştığı, böylesi dönemler sınıf mücadelesinin en zor dönemleridir. Ve böylesi dönemlerden çıkış aynı ölçüde büyük bir ideolojik, politik ve örgütsel çabayı gerektirir. Bu noktada önümüzde öncelikli ihtiyaç, nesnel koşulların olumsuzlaştırıcı etkisinden sıyrılarak tümüyle öznel bir sorun olarak, devrimci kadro sorunu olarak duruyor. Yolun neresindeyiz sorusuna da ancak bu noktadan yaklaşarak sağlıklı bir cevap verilebilir.

İşaret etmek istediğimiz yapılması gerekenle, yapılan arasındaki açı farkından ziyade yapılabilir olanla yapılmayan arasındaki açı farkıdır. Sınıf mücadelesinde olması gerekenle olan arasında bir açı farkı her zaman var olmuştur. Ve bu fark bir dizi nesnel olumsuzluk ve öznel yetersizliğin sonucu olarak ortaya çıkar ki bundan tümüyle kaçınılamaz. Ancak devrimci açıdan açıklanamaz, kabul edilemez olan ve çözmemiz gereken yapabileceklerimiz ile yaptıklarımız arasındaki açının giderek büyümesidir. Bu durum yukarda da belirtildiği gibi doğrudan devrimci kadro sorunuyla bağlantılıdır. Sınıf mücadelesinin önündeki ideolojik, politik ve örgütsel sorunlar ne kadar büyükse ve mücadele henüz aşılması zor bir eşikteyse, devrimci kadronun omuzlaması gereken yükte o kadar ağırdır. Ve bu ağır yük ancak yaşamını devrimin gereklerine göre düzenleyebilen, bilinçli, inançlı, kararlı özverili, inatçı ve sabırlı bir kadro niteliği ile kaldırılabilir. Eksiklik buradadır, giderilmesi gerekende budur.

Devrimci kadro, devrimci parti ve devrim hazırlığı sınıf mücadelesinde birbirine bağlı bir zincirin halkalarıdır. Devrimci görev bu zincirin doğru halkadan yakalanıp bir sonraki halkaya varmak ve bu faaliyeti sürekli kılmaktır.